Türk edebiyatına Fars dokunuşu: Shahzadeh İgual

“Türk lisanına yerleşmiş epey Farsî kelime var; Romanlarımda iki dilin arasındaki düğümü bu sözcüklerle atıyorum. Türkün, İranlının bildiği kelamlarla, satırlarımı birbirine bağlıyorum; bunu Farsça ve Türkçe’nin evliliği olarak tanımlayabiliriz. …”

KÜLTÜR SANAT 24.07.2021, 18:00
Türk edebiyatına Fars dokunuşu: Shahzadeh İgual


"Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını belirler" diyor, dil bilimini felsefeyle harmanlayarak türümüzün kendini ve dünyayı anlama yolculuğuna ışık tutan büyük filozof Ludwig Wittgenstein. Yankısı Tahran-İstanbul-Valencia üçgeninde soluk buluyor. 30 yıldır Türkiye'de yaşayan İranlı sosyolog ve yazar Shahzadeh Nilecem İgual, sonradan öğrendiği Türk dilinde ürettiği edebi değeri yüksek eserlerle, modern insanın sınırsız yaratıcılığını temsil ediyor. Kendine has okuyucu kitlesi, yazarın yaşamı ve eserlerine ilişkin genel bir malumata sahip olduğu için, gerçekleştirdiğimiz bu keyifli söyleşi daha çok İgual'ın çalışmalarına hayat veren kültürel ve felsefi kodları sorgulayacak.


İran'da doğdun, uzun yıllar Türkiye'de yaşadın ve sonrasında da pek de kısa sayılamayacak bir süreliğine Valencia'ya yerleştin. Bu olgular ışığında göç ve göçmenlik kavramları senin için ne ifade ediyor?

İnsanın kaderinde göç varsa, hayata hep göç felsefesiyle yaklaşıyor ya da göç, hayatının gerçeği oluyor. Bu da sürekli bir gitmek hali, gitme isteği, bir yerde sürekli kalamama içgüdüsüyle tezahür ediyor. Göçmenlik bir süre sonra yaşam tarzın haline gelebiliyor. İnsan bu olguyu, yemek yemek, su içmek gibi farkında olmadan içselleştirilip, kemikleştirebiliyor. Bu hale, bu tavra, göç demenin ne kadar doğru olduğundan hiç emin değilim; o halde gitmek diyelim. Gitmeye alıştıysan hep gitmek istiyorsun. Maksadın bir şehir olmuyor, bir süre sonra gitmenin kendisi başlı başına bir maksat haline geliyor.


“BİZ ONLARDA EKSİK YER ETMİŞİZ”

Bugün yaşadığın İspanya, Doğu ve Batı medeniyetlerinin kaynama noktalarından biri. Orada sana neler tanıdık geliyor ve İspanyolların gözünden Doğu nasıl gözüküyor?

Entelektüel diyebileceğimiz, hatta ortalama mütalaa ya da malumat sahibi İspanyollar Doğu’ya, doğru kanallardan okuyarak, dolayısıyla gerçekleri bilerek daha bir sempatiyle yaklaşıyor. Fakat gündelik hayatın sıradanlığında karşılaştığımız insanlarla Doğu üzerine sohbet edebilme lüksüne pek sahip değiliz.

Sözgelimi, oldukça basit sorular karşısında, Doğu’daki kültür hayatına çok da vakıf olmadıklarını görebiliyorsunuz. Örneğin, İspanyol bir sanat tarihçisi, kadim bir İran sanatı olan minyatürü; bir filolog ya da bir edebiyat fakültesi mezunu da Nazım Hikmet’i ya da Firdevsi’nin Şahname’sini tanımayabiliyor. Elhamra Sarayı bahçelerinin aslında Pers bahçeleri; Endülüs sulama sistemlerinin ise Pers mühendisliği olduğunu; 19. yy sonunda ortaya çıkan Neo-Arabe olarak adlandırdıkları neo-klasik mimari tarzın temellerinin ise Selçuklu-Sasani mimarisi olduğunu bilmeye ihtiyaç hissetmeyebiliyorlar.

İspanyollarda, yerel edebiyat üzerine de oldukça içedönük bir yaklaşım gözlemliyorum. Genel olarak, Batı Avrupa ve çok satanları domine eden Anglo-Amerikan edebiyatının sığ sularında yüzmek onlar için yeterli gibi. Oysa Dante’nin İlahi Komedya'sını bilenler, onun ilham kaynağı Şahname’yi de öğrenmeli. Özel ilgi alanı değilse, bir İspanyol’la dünyanın Doğu’su üzerine uzun uzun konuşamıyorsunuz; anlatırken şaşkınlıkla dinliyorlar sizi. Bu bizlerin eksikliği mi, yoksa tüm bunları bilmeye gerek mi yok bilemiyorum, ancak biz onlarda eksik yer etmişiz.

Karşılaştığım en yaygın tavır; Ortadoğu’yu Türk, Pers, Arap bir bütün olarak kabul edip, bu bütünü de Mağribi kültür ile kaynatmak ve dâhi akılda kalan eski prototiplerin içine sığdırmak; daha fazlasını bilmeye ihtiyaç duymadan, öğrenmeden yaşamak. Ancak bu da sadece İspanya’ya özgü değil.

“ZOR KOŞULLAR KALICI SONUÇLAR DOĞURUR”
Çalışmaların nasıl gidiyor? Bugünlerde yavaş yavaş kaldırılıyor olsa da karantina döneminde üretim zorlukları ile karşılaştın mı?


Karantina dönemi karanlık, negatif bir ruh haline sürükledi bizleri, sonra alıştık. Zaten insanoğlunun hayatta alışmayacağı hiçbir şey yok. Reddetme ve panik aşamalarını neyse ki çabuk atlattık, medyanın bize ulaştırdığı ürkütücü, metruk şehir imgelerine ise çoktan alıştık. Başta sanatçılar, artık beslenemeyecek olmaktan korktu tabii. Ben de başlangıçta onlardan biriydim, sonra kabullendim. Hiç bir şey yapamadan beklemeye karar verir gibi olmuştum ki alışma evresi başladı. Bu süreç içinde bir roman, iki tiyatro oyunu bir de öykü üzerinde çalışmaya başladım.

Bu kısıtlamalar sanatla uğraşan insanları da zihnen son derece etkiledi. Sokakta, sahilde yürüyememek, seyahat edememek, eskiden keyifle yaptığıkları şeyleri bir daha yapamayacaklarını düşünmek ürküttü onları. Oysa baskılar en çok sanatı besler…

Yasaklar ilan edildi, dünya çapında katı kısıtlamalar hayata geçirildi, sokağa çıkma yasakları başladı, işyerleri kapatıldı, çalışma şekli ve temposu kalıcı bir biçimde değişti. Tüm bunların sanatı nasıl beslediği ise kısa süre içinde anlaşılmaya başlandı. Tekrarlamakta fayda var: tabii ki her birimiz kara veba salgınında benzersiz eserler üreten birer Shakespeare değiliz, ancak biriken bu negatif enerjinin, pozitif sonuçlara evirilmesini sağlamak elbette ki mümkün. En azından benim için böyle oldu. Zira zor koşullarla karşı karşıya kalmaktır insana mücadele gücü veren ve ben bu koşullarda ortaya çıkan sonuçların daha kalıcı sonuçlar doğurduğunu düşünenlerdenim.


“BİR TÜR RÖNESANS YAŞANACAK”
Küresel salgın sonrası dönemde kültür ve sanat hayatını nasıl görüyorsun? İnsanlık bu noktadan büyük bir sıçramayla yeni bir Rönesans yaratmayı başarabilecek mi?

Koronavirüs salgını, yüzyılın sanatı açısından önemli bir dönüm noktası oldu, çünkü günümüz insanı daha önce böyle bir şeyle hiç karşılaşılmamıştı. Bugün hayatta olan kuşaklar, daha önce hiç deneyimlemedikleri şeyler yaşadılar ve inanıyorum ki bir yeniden doğuş, bir tür Rönesans tabii ki yaşanacak. 2021, 22, 23 sanat ve yolculuğun yılları olacak. İnsanoğlu bugüne dek her şeye rağmen üretti ve üretmeye devam ediyor. Tabii ki karamsar eserler göreceğiz, ancak aralarından iyimser olanlar da çıkacak.

İran'a yönelik düzenlediğin edebiyat turlarından da bahseder misin biraz?

Daha önce, davet üzerine İran’a giden çok önemli Türk sanatçılar ve yazarlar oldu: Yaşar Kemal ve Nobel ödülünden sonra Kültür bakanlığı tarafından davet edilen Orhan Pamuk bunlardan ikisi. Ben ise Edebiyat Turu adıyla başka bir şey yapıyorum. İranlı bir kadın yazar olarak, Türk yazarları İran’la buluşturuyorum. 

Bu seyahatlerin belirgin bir teması yok, tek bir etkinliğe de odaklanmıyor; temel hedef birlikte yolculuk etmek. Gezerken Persepolis’i, Gülistan Sarayı’nı, Füruğ Feruhzad’ın mezarını, Hafız-ı Şirazi’nin, Firdevsi’nin, Hayyam’ın kabirlerini görüyor, günlük yaşamı gözlemliyoruz. 

Doğrusu, oldukça uzun bir süre proje üzerine kafa yordum. Türkçe iki romanı yayınlanmış, İran’ı her fırsatta meraklılarına anlatan bir yazar, bir konuşmacı olarak, kendimi başarılı sayabilmek için yazar dostlarımı benimle yolculuk yapmaya ikna edebilmekten çok daha fazlasını yapmam gerekiyordu. Asıl başarı da zaten yolculuk dönüşlerinde ortaya çıkan eserlerle geldi. Örneğin Nedim Gürsel, İran üzerine bir romanın ve Magma dergisine kapak olan geniş bir İran seyahati dosyasının da ana metnini yazdı. Ayşe Kulin, İran üzerine Cumhuriyet gazetesi için uzun bir gezi yazısı kaleme aldığı gibi, medyada birçok röportajda yolculuğumuzdan büyük keyifle söz etti. Yolculuğumuz devam edecek…

“Komşumuzu tanıyalım” parolasıyla yola çıkıp, “İran’ı Bir İranlıyla Tanımak” temasıyla geliştirdiğimiz bu edebiyat yolculukları projesinin yaratmak istediği farkındalığın temel hedefini, Türkiye’deki sanatseverlere, tarih boyunca en yakın komşularından biri olan İran’ı tanıtmak ve iki komşu arasındaki ilişkilerin daha da iyileşmesini sağlamak olarak tarif ediyorum.

İRAN: “KIZIM OLMADAN ASLA”DAN ÇOK DAHA FAZLASI

Bildiğim kadarıyla Türkçeyi sonradan öğrendin ve buna karşın Türkçe yazıyorsun ve edebiyat değeri yüksek eserler üretiyorsun? Bu durumu nasıl açıklıyorsun?

Kısa bir süre önce bir İran gazetesine verdiğim röportajda da söylediğim gibi, Şahname, Bin bir Gece Masalları gibi İran klasiklerini Farsça okuyup, yorumlayıp, çevirebiliyorum ama romanlarımdaki karakterlerimin hislerini sözcüklere dökebilmek için Türk dilinde yarattığım cümlelere ihtiyaç duyuyorum. Türkiye’de büyüdüm, İran’ı ve İranlıları da çok iyi tanıyorum ve bu da bana çok büyük bir avantaj sağlıyor. 

Bununla birlikte, Türk lisanına yerleşmiş epey Farsî kelime var; Romanlarımda her iki dilin arasındaki düğümü bu sözcüklerle atıyorum. Türkün, İranlının bildiği kelamlarla, satırlarımı birbirine bağlıyorum; bunu Farsça ve Türkçe’nin evliliği olarak tanımlayabiliriz. Bu, bana tarifsiz bir haz veriyor ve bunun yanı sıra okuyucunun da ilgisi ve takdirini kazanıyor. İran’ın “Kızım Olmadan Asla”dan fazlası, Garp kaynaklı karalama haberlerinden de çok daha ötesi olduğunun bilinmesi gerekiyor.

Biraz da son romanın, ‘İsfahan'ın Gözyaşları’ndan bahsedelim, orada okuyucuya vermek istediği alt mesaj nedir?

İsfahan'ın Gözyaşları bir aşk romanı, ancak genel tabirle pembe bir aşk romanı değil. Aralarında yüzyıllar bulunan; ilk bakışta birbirlerine hem çok benzeyen hem de hiç benzemeyen iki genç çiftin imkânsız aşklarını konu alıyor. Toplumların bireyin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini gözler önüne seriyor. İsfahan'ın Gözyaşları'nı bu yönüyle protest bir roman olarak sınıflandırmamız mümkün.


Roman, ‘Aşka nasıl ket vurulabilir’, ve ‘toplumsal teamüller mutluluğa nasıl engel teşkil edebilir’ sorularını yüksek sesle sormamız yönünde bir iç ses telkin ediyor bizlere.

Diğer yandan da merkezine aldığı iki paralel aşk monografisi ile İsfahan'dan başlayarak unutulmaz bir İran yolculuğuna çıkarıyor bizleri.

Daha önce İran’ı ziyaret etmiş olanlar, okudukça duyu hafızalarını tazelerken, oraya hiç yolculuk etmemiş olanlar için de hayal etmelerine olanak tanıyacak geniş bir projeksiyon sunuyor.

İsfahan’ın Gözyaşları, klasik ve modern İran edebiyatından yaptığım alıntılarla birlikte, dekorda büyük usta Nazım Hikmet’in olduğu hüzünlü bir ayrılığı yansıtıyor bir taraftan da. Hani Nazım usta der ya:

"Kadın sustu.

Sarıldılar...

Bir kitap düştü yere,

Kapandı bir pencere,

Ayrıldılar..."

(Cumhuriyet)

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!
15
açık
Günün Anketi Tümü
Ali Koç mu? Aziz Yıldırım mı?
Ali Koç mu? Aziz Yıldırım mı?
Namaz Vakti 23 Kasım 2024
İmsak 06:23
Güneş 07:53
Öğle 12:55
İkindi 15:25
Akşam 17:48
Yatsı 19:12
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 11 31
2. Fenerbahçe 11 26
3. Samsunspor 12 25
4. Eyüpspor 12 22
5. Beşiktaş 11 21
6. Göztepe 11 18
7. Sivasspor 12 17
8. Başakşehir 11 16
9. Kasımpasa 12 14
10. Konyaspor 12 14
11. Antalyaspor 12 14
12. Rizespor 11 13
13. Trabzonspor 11 12
14. Gaziantep FK 11 12
15. Kayserispor 11 12
16. Bodrumspor 12 11
17. Alanyaspor 11 10
18. Hatayspor 11 6
19. A.Demirspor 11 2
Takımlar O P
1. Kocaelispor 12 25
2. Bandırmaspor 12 24
3. Erzurumspor 12 22
4. Karagümrük 12 21
5. Igdir FK 12 21
6. Ankaragücü 12 19
7. Ahlatçı Çorum FK 12 19
8. Boluspor 12 18
9. Şanlıurfaspor 12 18
10. Ümraniye 13 18
11. Pendikspor 13 18
12. Manisa FK 12 17
13. Esenler Erokspor 12 17
14. Keçiörengücü 12 15
15. Gençlerbirliği 12 15
16. İstanbulspor 12 14
17. Amed Sportif 12 14
18. Sakaryaspor 12 13
19. Adanaspor 12 7
20. Yeni Malatyaspor 12 -3
Takımlar O P
1. Liverpool 11 28
2. M.City 11 23
3. Chelsea 11 19
4. Arsenal 11 19
5. Nottingham Forest 11 19
6. Brighton 11 19
7. Fulham 11 18
8. Newcastle 11 18
9. Aston Villa 11 18
10. Tottenham 11 16
11. Brentford 11 16
12. Bournemouth 11 15
13. M. United 11 15
14. West Ham United 11 12
15. Leicester City 11 10
16. Everton 11 10
17. Ipswich Town 11 8
18. Crystal Palace 11 7
19. Wolves 11 6
20. Southampton 11 4
Takımlar O P
1. Barcelona 13 33
2. Real Madrid 12 27
3. Atletico Madrid 13 26
4. Villarreal 12 24
5. Osasuna 13 21
6. Athletic Bilbao 13 20
7. Real Betis 13 20
8. Real Sociedad 13 18
9. Mallorca 13 18
10. Girona 13 18
11. Celta Vigo 13 17
12. Rayo Vallecano 12 16
13. Sevilla 13 15
14. Leganes 13 14
15. Getafe 14 13
16. Deportivo Alaves 13 13
17. Las Palmas 13 12
18. Espanyol 12 10
19. Real Valladolid 14 9
20. Valencia 11 7