Memleket isterim
Ne basta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yasamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Ölümden şikâyet; yaşama olan tutkusundandır Cahit Sıtkı’nın. Ama o ısrarla, ömrün serüvenine hep kederi katar: Yaş otuzbeş’ken başlar şikâyeti. Yarılanmış bir türkü gibi bakar hayata. Sesi buğuludur şiirinin, kelimeleri biraz buruk. Kelimelere sınırsız duygular katar, onları avlunun bir yerinde sergiler bir sonbahar vakti. Zaten Diyarbakır sonbaharda bir sergi’ler şehridir. Muhtemelen Cahit Sıtkı da bu kelimeleri şiirde sergileme isteği ile yan yana büyümüştür.
Şiire olan tutkusu Fransız Şair Baudelaire ile başlar. Öncesinde Lamartine üzerine kafa yormuştur: "Bendeki Lamartine muhabbeti Galatasaray onuncu sınıfa kadar devam etti. Orada Baudelaire'i okuduktan sonra düşünüşüm, duyuşum, görüşüm değişti. Daha doğrusu Baudelaire elinde tuttuğu canlı meşale ile bana tutacağım, tutmam gereken yolu gösterdi. Baudelaire bana suyun dibine inmeyi öğretti, içimle dışım arasındaki farkı Les Fleurs du Mal'i (Kötülük Çiçekleri) okuduktan sonra idrak ettim." der.
Cahit Sıtkı Tarancı 4 Ekim 1910 tarihinde Diyarbakır’da doğmuştur. Şair, hikâyeci ve çevirmendir. Şiirlerinde sıklıkla, en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiştir; ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi konulu şiirler yazmıştır. Birçok şiiri, farklı bestekârlar tarafından bestelenmiştir.
Tarancı, şehrin soylu ailelerinden olan Pirinççizade ailesindendir. İlk tahsilini Diyarbakır'da tamamladıktan sonra İstanbul'a giderek Kadıköy'deki Fransız Saint-Joseph ile Galatasaray Liselerinde orta öğrenim görmüştür. Şairliğe de buruda adım atmıştır.
Tarancı’nın, şiir ve öyküleri; Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952) ve ölümünden sonra yayımlanan Sonrası (1957) ile Bütün Şiirleri (1983) adlı şiir kitaplarının yanı sıra çeşitli hikâyeler yazmış ve bu hikâyeler Tarancı'nın ölümünün 50. yılında Gün Eksilmesin Penceremden (2006) adıyla yayımlanmıştır. Fransız edebiyatından yaptığı şiir tercümeleriyle de yapan şairin aile fertlerine, arkadaşlarına ve yakın dostlarına yazmış olduğu mektupların çoğu Ziya'ya Mektuplar (1957) ve Evime ve Nihal'e Mektuplar (1989) adlarıyla yayımlanmıştır.
Hayatı korktuğu gibi, ölümün her an kapısını çalacağı bir tedirginlik içinde geçmiştir. 1944 yılından başlayarak Ankara'da Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığında çevirmen olarak çalışır. 1954'te geçirdiği felç sonucu Viyana'ya götürüldü ve buradaki bir hastanede tedavi gördüğü sırada 12 Ekim 1956'da zatülcenpten yani Satlıcan hastalığından öldü.26 Ekim Cuma günü Ankara'ya getirilen naaşı, Ankara’da Cebeci Asri Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Tarancı'nın doğup büyüdüğü ev, 1973 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından satın alınarak restore edildikten sonra, cumhuriyetin 50. yılında 29 Ekim 1973 tarihinde Tarancı'nın anısını yaşatmak üzere müze olarak hizmete açılmıştır. Cahit Sıtkı’nın silueti, giysileri, özel eşyaları, kalemi, el yazmaları müzede sergilenmektedir. Bu avlulu ve taş ev tipik Diyarbakır evlerindendir. Burada soluklanıp bir çay içip Cahit Sıtkı’yı daha yakından tanıma imkânı bulabilirsiniz.
İstanbul onun için büyülü bir şehirdir. Galatasaray Lisesi’nde okurken Ziya Osman Saba ile tanışır. Lise öğrenimine aynı okulda devam eder. Şiir yazma girişimlerine lise öğrencisi iken başlar. Hafta sonu tatillerini dayısı Nafia Vekili Feyzi Bey'in evinde, yaz tatillerini memleketi Diyarbakır'da geçirir. Memleketini hiç terk etmemiştir Cahit Sıtkı. Çocukluğunun kokusu hep aramıştır.
Babası, Pirinççioğlu soyadı yerine çiftçi anlamına gelen Tarancı soyadını almayı tercih etmiştir. Çocukluğunu Diyarbakır'da ailesinin yanında geçiren Tarancı, söylenenlere göre çocukluğunda "kısa boylu, nazik yapılı, göğsü oldukça dar yapılıydı. Keskin yüz çizgilere ve koyu kahve saçlara sahipti" ifadesi aile büyuklerine aittir.
Hikâyelerini yayımladığı Cumhuriyet gazetesi sahipleri Nadir Nadi ile Doğan Nadi'nin desteği ile yükseköğrenimini tamamlamak üzere Paris'e gider. 1938-1940 yıllarında Paris'te Sciences Politiques'te öğrenimine devam eder. Bu dönemde geçimini sağlamak için Paris Radyosu'nun Türkçe yayınlar servisinde spikerlik yapar.. Bir yandan da gazeteye öyküler göndermeye devam etmiştir. Paris'teki öğrenciliği sırasında Oktay Rifat ile tanıştı "Sıla", "Kuşlar", "Bir Hatıram Vardı Benim", "İmkânsız Dostluk", "Sulh Bir Hatıra Oldu", "Nü", "Bugün Hava Güzel", "Desem Ki" şiirlerini Paris yıllarında yazmıştır.
Cahit Sıtkı, kendisinin çirkin, hiçbir kızın beğenmeyeceği kadar çirkin olduğuna inanmıştı, inandırmıştı,diyor yakın arkadaşları. Bu nedenle platonik aşkları olmuştur onun. Arkadaşları arasında bunun esprisi bile yapılmıştır.
"Cahit'i âşık eden kızların hiçbirini görmem kısmet olmadı. Onları ya kendi ağzından dinledim ya mektuplarıyla, şiirlerinden öğrendim. Cahit, kendisinin çirkin, hiçbir kızın beğenmeyeceği kadar çirkin olduğuna inanmıştı. Bence erkekte güzelliğin veya çirkinliğin hiçbir önemi olmadığı halde o, bu konuda aşırı bir duyarlılık gösteriyor, bunu kara bir talih sayıyordu." der Ziya Osman Saba.
Tarancı, bir mektubunda askerliğinin son dönemlerini geçirdiği Ilıca'dayken babasının kendisini Diyarbakırlı bir kızla evlendirmek istediğini belirtmiştir. Daha önceden tanıdığı memleketlisi Melek Tiğrel ile de mektuplaşması, onunla evliliği gündeme getirmiştir. Cahit'in yakın çevresi bu evliliğe sıcak bakmasına rağmen zamanla bundan da vazgeçmişlerdir. Tarancı, Çalışma Bakanlığı'nda çalışırken görüp âşık olduğu Cavidan Tınaz'a bir mektup yazarak evlilik teklifinde bulunmuştur. Cavidan Hanım, Cahit Sıtkı'nın kendisine mektup verişini şöyle anlatmıştır:
"Bir gün telaşlı, mahcup bir tarzda ve acele ile elime bir mektup sıkıştırdı. Doğrusu böyle bir şeyi tahmin edebiliyordum. Mektubu heyecanla alıp eve götürdüm, kendini tanıtıyor ve benimle evlenmek istediğini belirtiyordu..Çok iyi bir insandı."
Tarancı; 4 Temmuz 1951 Çarşamba günü Ankara Halkevi'nde Cavidan Hanımla nikâhlanmıştır.
Diyarbakır’dan Galatasaray Lisesine oradan Charles Baudelaire’e uzanan yaşam serüveninde şiir nerdeyse hayatının merkezindedir. Gün Eksilmesin Penceremden adlı meşhur şiirinde dörtlüğündeki "Pervam yok verdiğin elemden; / Her mihnet kabulüm, yeter ki / Gün eksilmesin penceremden!" dizeleri Diyarbakır’daki büstünün altına yazılmıştır. Cahit’in gün ışığına olan bağlılığı ve bir metafor olarak onu ölümsüzleştirmesi, en önemli dizeleri olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.
Cahit Sıtkı’nın poetikası; Vezin ve kafiyeden kopmamış ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır. Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiştir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olmuştur. Ona göre sanat eseri/şiir, her şeyden önce bir "anlatım"dır. O, bu "anlatım"ı bir estetikçi veya felsefeci gibi ontolojik olarak değil, ilgilendiği ve üzerinde çalışmaktan zevk duyduğu bir nesne olarak ele almış ve kendisine göre başarılı bulduğu güzel şiirlerin özelliklerini anlatmıştır. Bu özellikler, aynı zamanda şairin şiir anlayışını ortaya koymaktadır. Ayrıca Cahit Sıtkı'ya göre samimiyet, estetik bir değerdir, şiirde anlatılan duygu, düşünce, inanç ve daha başka duyguların samimi olması bir şiire, sanat eseri olma kıymeti kazandıran unsurlardan biridir.
Diyarbakır bir kültür, sanat, edebiyat şehridir. Bu damar halen aktif durumdadır. Nice romancıyı, hikâyeciyi, şairi bağrında yetiştirmiştir. Kadim şehirlerin hikâyelerinde bu özellikler hep vardır.Eski sur içinin taş evleri, geniş avluları, dut ağaçları, havuzları, bazalt taşından yapılmış çeşmeleri, soğuk suları insanın elinden tutup onu şiire, sevdaya, gönül diyarına götürür. Unutmayalım ki Cahit Sıtkı böylesi bir muhitte büyümüştür. Şiire yatkınlığı ondandır.
Memleket isterim
Yasamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun, dizeleri, Cahit Sıtkı’nın şiirleri konusunda daha detaylı ve derinlikli inceleme ve araştırmalar yapılmasını hatırlatıyor bizlere. Bir şairin kocaman yüreği ile dile getirdiği duygular; aşk, hasret, ölüm korkusu, yaşam sevinci her birimizin kalbimde birer şiir sözlüğü olarak duruyor.
Ferman SALMIŞ