Edebiyat bir nehirdir…
Kapımızdan sonsuzluğa bir çığlık...
Doğanın sözlüğü edebiyatın derinlikleri iç içe geçtiğinde, insan ruhu bir nehir gibi coşar. Doğa, yaratıcılığımızın ilham kaynağıdır; her çiçek, her ağaç, birer şairin dizelerinde can bulur. Bu büyülü birleşim, doğanın bize sunduğu estetik zenginlikleri edebiyatla ifade etmenin ötesine geçer. Gül kokusu ve kil bilgeliği işte.
Edebiyat bir ormanın gizemidir.
Kuşların ve rüzgârın dili…
Hem yeşiller içinde kaybolan bir ormanın sessizliği, edebiyatın kelimelerinde hayat bulur. Yazarın tuvaline dökülen kelimeler, okuyucunun zihninde bir resim gibi canlanır, ormanın derinliklerinde dolaşır. İnsan, doğanın sunduğu bu görkemli tabloya duyduğu hayranlıkla kalemini sallar ve kelimelerle dans eden bir ormanı yaratır. Bu ormanda herkes bir gizem olduğunu bilir ve her bahar bu gizemin peşine düşer. Çiçekler, tomurcuklar, yapraklar, yeni patlayan kaynaklar…
Edebiyat bir aynadır…
Herkes kendi siluetiyle görür hayatı.
Dünyanın diliyle değil, kendi dilimizle okuruz her şeyi. Bu sonsuzca kez tekrarlanır. Öyle bir ayna ki bu çoğu zaman gölge ile gerçek iç içe geçer. Yağmurla ten, sisle vadi, yolla güzergâh.
“Doğa, insan duygularını yansıtan bir aynadır.” Bir deniz kıyısında dalgalanan mavinin, aşkın ve hüznün tonlarına dönüştüğünü düşündüğümüzde, edebiyatın içinde kayboluruz. Şairin kalbi, denizin kucaklayıcı dalgalarında atar; aşkın melodisi, kum tanelerinin arasında gizlenmiş gibidir. Edebiyat buraları kurcalar, kumdan kaleler yapar, dalgalardan mevsimler. Mesele insanın ilk ayak izlerini aramaya kadar gider.
Edebiyat bir döngüdür…
Söz ve yazı kadar eski…
Mevsimlerin yer değiştirmesi insan ruhunu da yansıtır. Her mevsimin kendince bir giysisi var. Her giysinin kendince bir dili. Edebiyat bu dili de derler. İnsan, doğanın döngüsüyle iç içe geçmiştir. Mevsimlerin değişimi, yazarın eserindeki karakterlerin duygusal evrelerini yansıtır. İlkbaharın umut dolu çiçekleriyle yazın sıcak rüzgârları arasında kaybolan bir karakterin yaşam serüveni, doğanın kendi hikâyesini anlatır. Şiirin kimyasında bu fısıltılar var. Belki herkes duyar, ama yalnızca şairler hisseder.
Edebiyat hüznün atlasıdır,
Şehirlerin yalnızlığı
İnsan doğaya sarıldıkça, doğa insanı kuşatır. Şehirlerin parklarında orman kokusu gelir. Herkes kendi yalnızlığına oturur. Dağların yüce zirvelerinden akan nehirler, büyük bir düşsel atmosfer yaratır. Yalnızlık önce havaya, sonra suya, sonra toprağa düşer. Toprakta yeşerir insanın umudu, vazolar yalnızlıktır.
Edebiyat düşler sağanağıdır,
Bir yağmurla harmanlanır.
Sanat ve doğa, insanın içsel yolculuğunu anlamak için birbirine sarılmıştır. Çağlar boyunca yazarlar, dağların doruklarından derin vadilere kadar, insanın doğayla kurduğu bu eşsiz ilişkiyi dile getirmiştir. Şairler gömleğin düğmesini bir denize, bir yamaca ilikler. Her ye iç içe geçer.
Edebiyat, renklerin harmonisidir.
Bir ressamın tuvalinde…
Gün batımının sarı tonları, bir şairin gizemli dizelerine ilham verir. Doğanın renk paleti, edebiyatın ifade gücünü zenginleştirir. Bir akşamüstü gökyüzündeki turuncu ve pembe tonlarını düşündüğümüzde, bir şairin kaleminden dökülen kelimelerin ne kadar büyülü olduğunu anlarız. İnsan, düşlere borçludur. Gerçeğin keskin çizgilerini, düşler yumuşatır.
Edebiyat, bir uzunçalardır.
Bestelenmiş söz üzerine dokunan hayat.
Bir arayış hâli olan sanat, insana çok sayıda seçenek sunar. İnsan doğayla kurduğu bağ, hep besleyici olmuştur. Tarih bu yolculuğun sayfalarını arşivine almıştır. Adeta her yaprak; bir kitabın sayfaları gibi dökülüp toprakla bütünleşirken, doğa ve edebiyat arasındaki döngü tamamlanır. Yazarın kaleminden çıkan kelimeler, doğanın sonsuz derinlikleriyle buluşur ve edebiyat, bu büyülü birlikteliğin izini sürer. Doğa ve edebiyat dili, insanın varoluşsal sorularına cevap aramanın bir yoludur. Bir vadinin yamacındaki sessizlik, bir yazarın kelimelerinde derin bir anlam bulur. Bu birliktelik, insanın iç dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarır, doğanın büyüsüyle yüklü kelimelerle dokunan bir deneme, bu mistik yolculuğun izini sürer. Nehirlerin hikâyelerinde, insanların silueti vardır her zaman.
Ferman SALMIŞ